Çalışma Hayatını Keyifli Hale Getirmek
Kahve molalarını sevmeyen var mıdır? Cevabı duyar gibiyim… İster kırk yıl hatırı olan okkalı bir Türk kahvesi olsun ister son yılların yaygın trendlerinden üstünde adınızın yazdığı karton bardaklardaki kahve olsun, kahve içmek insana keyif ve huzur verir. Çok abartmamak kaydı ile kahve içmenin stresi azaltmak, insanı mutlu etmek gibi faydaları olduğunu biliyoruz. Bu kısa molalardaki keyif ve mutluluk dışında, iş hayatımızda da stres savaşçısı faaliyetlere ihtiyacımız var. Stres yönetiminde başarılı olan kişiler ve şirketler başarılı olma konusunda kesinlikle daha şanslılar. Kaygı ve endişe dolu çalışanların yer aldığı, her gün ağır stres ve baskının olduğu firmaların uzun süre yaşama şansı yoktur diye düşünüyorum. Daha önceki profesyonel iş hayatımda, bunu test etme ve doğrulama şansı buldum. Mutlu çalışanlar = mutlu müşteriler. Tabiki bunun doğal sonucu olarak sonuç mutlu patronlar, mutlu şirketler. Elbette yerinde ve kararında stres oluşturmanın başarıya katkısı olacaktır. Ama sürekli stres ve baskının değişmez sonucu başarısızlıktır.
Peki, hem işyerinde hem dışarıda nasıl mutlu çalışanlar olabiliriz? Ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik ve siyasi çalkantılardan kendimizi nasıl sıyırıp, mutlu bireyler haline gelebiliriz? Bu o kadar kolay bir şey mi? Kişisel ve şirket motivasyonu için neler yapabiliriz?
Birçok kişi yukarda sorduğum soruların cevaplarını bulmak için son zamanlarda çok moda olan yaşam koçu, nefes koçu, mentor, kişisel danışman, enerji terapisti vs. gibi faaliyetlere yöneldi. Tüm bu desteklerin merkezinde insanın kendisi var. Yani siz sizi mutlu eden şeyleri bulduğunuzda ve yaptığınızda aslında tüm yukarıdaki soruların cevaplarını bulacaksınız. Bazen bir yazı, fark etmediğimiz bir tanışma, bir kitap, bir film, başımıza gelen bir aksilik hayatımızda birçok şeyi tetikleyebilir ve hayatımızın akışını değiştirebilir.
Ben çalışma hayatımı nasıl keyifli hale getirdiğimi anlatmadan önce kısa bir hikaye anlatmak istiyorum; “Yıl 1939. Almanya, Polonya’yı işgal eder ve 20.yüzyılda ikinci küresel savaşı başlatır. Huzursuzluklarla, sıkıntılarla dolu yüzyılın en acı tarihi dramı… Gizli silahlar, korkunç taktikler, inanılmaz kahramanlıklarla dolu bir dram… Acımasızlıkların sayfalarca öyküsü anlatılabilir. Her taraf yaralı, her taraf acı dolu. Ne yeterli sağlık ekipleri, ne de güvenilir ortamlar var. Hastaların acılarını dindirebilmek için morfin bile bulunamıyor. Ancak zor koşullar, acil çözüm önerilerini de beraberinde getirir. O dönemde hekimler, yaralılarının tedavisinde kullanılacak malzemeleri bulamıyor ve birçok yaralı hayatını kaybediyor. Acıları dindirmek için doktorlar morfin bittiğinde yaralılara tuzlu su iğnesi yapıyorlar. Morfin aldığını düşünen hastalar, kendilerini iyi hissediyor ve daha çabuk iyileşiyorlar. Şaşırtıcı olan, hastalar gerçekten morfin almasalar da ağrıları diniyor, güçleniyorlar ve iyi hissetmeye başlıyorlar. İşte bilim dünyasında tam izah edilemeyen bu etkiye “Plasebo Etkisi” deniyor. Yani ilaç niyetine kullanılan bir şeyin gerçekten o etkiyi göstermesi, bir nevi kişiyi “hoşnut etmesi” anlamına geliyor. Aslında Plasebo’nun özü “inanmak” tan geçiyor.
Biliyoruz ki; insanlar inandıkları değerler uğruna çok şey yapabilirler. İnanç bu kadar güçlü bir silahsa; bu silahı iş hayatında neden kullanmayalım? Etik çerçevede olmak kaydıyla, neden faydalanmayalım? İşte bende çalışma hayatının stresinden kurtulmak için, her şeye pozitif bakmaya, hayatın sunduklarını doyasıya yaşamaya, doğanın ve doğal olanın insana kattığı artı değerlere öncelik vermeye çalışıyorum. Önce mental olarak beynimi ve ruhumu mutlu etmeye çalışıyor, bunu sağlayacak tüm sosyal faaliyetleri yerine getirmeye çalışıyorum. Bir proje ya da ihaleye hazırlanırken, kendimi deniz kenarında, martı seslerinin ve toprağın kokusunu alabileceğim bir mekanda bilgisayarın başında buluyorum.
Bazen fotoğraf çekerken, bazen bir minyatür bahçe yaparken, bazen de müzik yaparken buluyorum. Hiç hobisi olmayan, sosyal çevresi ve faaliyetleri olmayan birinin iş hayatında mutlu ve stressiz olma şansı yoktur. İster evde yemek yapın, ister boğazda balık tutun, ister bol bol seyahat edin muhakkak bir hobiniz olsun. Bunlardan birini ya da birkaçını yapıyorsanız, motivasyonunuz yükselecek, görüşmeleriniz daha enerjik ve verimli geçecek, çevrenize yaydığınız pozitif enerji nedeni ile başarı kaçınılmaz olacaktır. Ben hobilerimi ve deneyimlerimi paylaştığımı bir sosyal medya hesabı kurarak tüm bunları bir adım öteye taşıdım. Sizde bol bol gezin ve fırsat bulduğunuz anda kendinizi iş ortamının dışına atın. Uluslararası bir firmada çalışan arkadaşım, pazar günleri dahi çalışarak, her ayın 1 haftasını boşa çıkarırdı ve dünyayı gezerdi.
Tabi biraz da bütçe meselesi diyenler olacaktır. Ama önemli olan her gün ise giderken önünden geçip fark etmediğiniz, ama bir defa giderek bol bol oksijeni ciğerlerinize çekeceğiniz park ile başlamak. İnsan gezdikçe ufku genişler ve zekası gelişir. Bol gezmeler…